Bazen aslında pek çok bilinmeyenin tek bir mantıklı açıklaması vardır. Fakat bu her bilinmeyeni kendi içerisinde anlamaya, kendi içerisinde değerlendirmeye kalktığımızda maalesef resmin genel çerçevesini gözden kaçırırız. Genelde de ayrıntılarla boğulup genel resmi görememeye yatkınızdır. Fakat bazen bazı insanlar çıkar ve teferruatlardan kopup resmin genelinin farkına varır. İşte öyle zamanlarda bilim atılım gösterir, sağda solda dağınık halde duran sorular bu cevabın çevresinde buluşuverir. İşte böyle insanlar yön değiştirirler; bilimin yönünü, değişimin yönünü, bakış açılarımızın yönünü…
Bu insanlardan birisi de Milutin Milankovitch’tir. O dönemin Avusturya-Macaristan Devleti’nin sınırları içerisinde Dalj kentinde yaşayan Milankovitch, bir talihsizlik eseri Sırp suikastçı Gavrilo Princip, Avursturya-Macaristan arşidükü Franz Ferdinand’ı 28 Haziran 1914’te sokak ortasında öldürdüğünde, bir Sırp olarak Avusturya-Macaristan da pek fazla şansı kalmamıştı. Suikast sonrası etnik olarak gerilen ve hemen akabinde zaten 1. Dünya savaşına sürüklenecek o ortamda tutuklandı ve cezaevine kondu. Tek suçu yanlış bir coğrafyada, yanlış zamanda, yanlış bir millete mensup olmasıydı.
Milankovitch’in keşfini yaptığı döngüden önce hayatıyla ilgili bu anektodu vermemin sebebi aslında şu; O’ndan öğrenmemiz gereken ilk şey “Milankovitch Döngüsü” ya da inşaat alanında yaptığı doktoranın konusu olan “Basınç Eğrileri Teorisi” değil,; O’ndan ilk öğrenmemiz gereken şey, çalışmak, pes etmemek ve stres altında dahi olsak yürümeye devam etmek. Nitekim Milankovitch, o karanlık günlerde, akıbetinin ne olacağı meçhul bir şekilde, insan hayatının hiçbir önemi kalmadığı o dönemde zindana atıldığı ilk günü şöyle anlatıyor;
“Ağır demir kapı arkamdan kapandı. Yatağa oturdum, etrafıma baktım ve yeni sosyal koşullarımı kabullenmeye başladım. Yanımda getirdiğim eşyalarım arasında kozmik problemim üzerine basılmış çalışmalarım vardı. Çalışmama kısaca baktıktan sonra vefalı kalemimi elime aldım ve hesap yapmaya başladım. Gece yarısından sonra çalışmamdan kafamı kaldırdığımda nerede olduğumu anlayabilmem için biraz zamana ihtiyaç duydum. O küçük oda, bana evrendeki yolculuğum sırasında bir geceliğine konakladığım bir yer gibi görünmüştü.”
İşte insan hangi şart altında olursa olsun, hedefine doğru adım atmaya devam edebilirse o zaman başarılı oluyor. Milankovitch bize ilk bunu öğretiyor, “Milankovitch Azmi!”
Gelelim Milankovitch’in konumuzu ilgilendiren bölümüne, Milankovitch, 1912 yılında başladığı iklim bilimi (klimatoloji) araştırmalarını, uzmanlık alanı matematikle birleştirip, bir anlamda küresel iklimi formüle etmeye çalışmıştı. Nitekim 1920 yılında “Mathematical Theory of Heat Phenomena Produced by Solar Radiation” adlı bu alandaki ilk eserini yayınladı. Eser kısa süre içerisinde bilim çevrelerinin dikkatini çekti ve 22 Eylül 1922’de Alman iklim bilimci Wladimir Köppen, kendisine bir mektup yazarak birlikte çalışmayı teklif etti. Çünkü Milankovitch’in hesaplarına dayanarak yaptığı 130,000 yıllık sıcaklık tahminleri, Avrupa’daki buzul dönemlerinin jeomorfolojik kanıtlarıyla örtüşüyordu. İkilinin uzun bir süre yaptığı ve son 600.000 seneyi kapsayan çalışmalar nihayetinde, dünyada soğurulan güneş ışığı miktarı ile buzul dönemleri arasında bir ilişki olduğunu ortaya koydu. Belli ki, dünyanın aldığı güneş ışığı miktarı, dünyanın günlük ve yıllık hareketlerinin dışında başka bir periyodik takvimden etkileniyordu, Fakat ne?
Cevap şuydu: o bildiğimiz dünya ekseni sabit değildi. Eksenin açısı belirli bir periyotta
değişiyor; yaklaşık olarak her 26 bin yılda tam bir dairelik devinim (presesyon) gerçekleştiriyordu. Bu da küresel olarak iklimi ve ortalama sıcaklığı etkiliyor, dünya bir soğuk döneme, bir sıcak döneme geçiş yapıyordu. Soğuk periyotlarda buz devirleri oluşuyor, sıcak periyotlarda da buzullar kutuplara doğru çekilip, içinde yaşadığımız yüzyıl benzeri bir iklim oluşturuyordu.
İklim Bilimi açısından bu çok önemli bir buluştu. Milankovitch’in bu fikri elli yılı aşkın süre bilim dünyasından gerekli kabulü görmese de bugün yapılan çalışmalar, böyle bir döngünün varlığını kanıtlıyor. Bu da bizim tarih ve geçmiş anlayışımızı yeniden ele almamız gerektiğini gösteriyor. Çünkü aslında yüzbinlerce yıldır insanların nerede yaşayacağına, ne kadar yayılacağına hep doğa karar vermiş. Bu kararları simüle edemezsek dağınık tarihi gizemleri çözmekte zorlanırız.
Bu bir klimatoloji bloğu olmadığı için yazımı bilimsel anlatımlarla boğmak istemedim. Ayrıntılı bilgiyi aşağıdaki linklerden bulabilirsiniz;
http://www.acikbilim.com/2015/01/dosyalar/buz-caglarinin-basrol-oyuncusu-milankovitch-donguleri.html
0 yorum: