İnsanlık tarihine bir de bu gözle bakın!

Dünya üstünde bir anket yapsanız, her insanın kendi dininin en akla yatkın olanı olduğunu ve bunun tartışmaya dahi açık olmayacak şekild...

Din bir bilgi midir? Yoksa bir kabul mü?


Dünya üstünde bir anket yapsanız, her insanın kendi dininin en akla yatkın olanı olduğunu ve bunun tartışmaya dahi açık olmayacak şekilde; açıkça belli olduğunu söylediğini görürsünüz. Oysa yine küresel bir anket yapsanız inananların ezici birçoğu için dinin kültürel bir kabuldür. Ebeveynlerin ve yetiştiği çevrenin kabul ettiği din, birey için tartışmasız gerçeğe dönüşür. Çok az insan inandığı gerçek anlamda inceleyerek kabul eder. Bundan çok daha azı ise inanmadığı dinleri inceleyerek reddeder.  Ama dini inançları konusunda kimse burnundan kıl aldırmaz ve kendisi gibi düşünmeyenleri aşağılama; hatta onlara karşı saldırganlaşma yolunu seçer.

Oysa din bir bilgi değil; bir inançtır. İnancın tartışması olmaz! Şöyle ki; beynimizde bulunan kabuller iki ana başlık altında toplanır;
-          Bilgiye dayalı olanlar,
-          İnanca dayalı olanlar.

Bilgiye dayalı kabuller tartışmaya açıktır. Çünkü bir sonuca ulaşma ihtimali vardır. Bilgi denenebilir, gözlemlenebilir, ispatlanabilir bilimsel veridir. Mesela suyun 100 derecede kaynadığı bilgisi… Varsa bu bilgiye itirazınız, suyu bir kaba koyar, içine bir derece atar ve altından ateşi yakar; bakarsınız. Gördünüz ki 45 derecede kaynıyor; bunu duyurursunuz; diğer insanlarda dener, gözleriyle görür ve tartışma kapanır. Bilgi yenilenir; suyun kaynama derecesi 45 derecedir… Fakat Beşiktaşlı olmak bir inanç, bir seçim, hatta içgüdü meselesidir. Bir Fenerli ile Galatasaraylı karşı tarafı ikna etmek için tartışıyorsa bu sadece tartışmadır; karşılıklı olarak taraf oldukları şeyin ağız dolusu savunması ve karşı tarafa karşı yapılan ince dalga geçmelerin verdiği, ruhsal hazdır.

Din de böyledir, Allah’ın varlığı da yokluğu da kabul meselesidir. Bu işin bilimsel alt yapısı olamaz. Burada bir yaratıcının varlığını kabul etmek nasıl bir tercih meselesi ise, bunu reddetmek de aynı seviyede bir tercih meselesidir. Yani inanmış adamlar dogmatiktir de inanmayanlar bilimseldir safsatası, tamamen dogmatiktir. Üç tane maymun mezarını kazıp da işte benim büyük dedelerim diye gözlerin doluyorsa bu senin bilimsel olduğun anlamına gelmez ki? Bence onlar nesli tükenmiş bir maymun türü olabilir? Zaten bir yaratıcının olup olmadığı evrimin ispatıyla ortaya çıkmaz! Evrim –kabülde- bir yaratıcı yoksa, insanın nasıl oluştuğunu açıklar. Peki bilim ne zaman bir yaratıcının olmadığına dair, bilimsel bir teori geliştirebilir? Aşağıdaki basitleştirilmiş probleme cevap verebildiği zaman:

X,Y ve Z sayıları kullanılarak ve bu sayılar dört işleme tabi tutularak, KÂİNAT sayısı elde edilmektedir. Bu bilgiler ışığında aşağıdakilerden hangisi kesinlikle doğrudur?
A.      K,N,İ,A,T sayıları oluşturulurken X, Y ve Z harfleri en az XYZ² kadar kullanılmıştır.
B.      K, A, İ, N ve T sayıları işlemler yapıldıkça değişip, evrimleşen rakamların son aşamasında ortaya çıkmıştır.
C.      X, Y ve Z sayılarından en az bir tanesi 0’dan farklıdır.
D.      İNAT > KİN > KAN
E.       Hiçbiri

Cevap? C şıkkı! Bu sayılardan en az bir tanesinin 0’dan büyük olması gerekir. Çünkü hepsi eğer sıfırsa, yapacağınız hiçbir işlemde 0,00000000001 sayısına bile ulaşamazsınız. Yani Kainatın başlangıcıyla ilgili Big Bang teorisini kabul ediyorsanız, o patlayan enerji topunun, Tanrı parçacığının olduğunu kabul ediyorsunuzdur ki; bu başlangıç değil bir enerji topunun kainata evrilmesidir. Uzatmayım, patlayan bir karadelikten, ya da boşluğa dağılmış gaz bulutlarının, kütle çekimle belli yerlerde birleşip yoğun kütleleri oluşturmasıyla oluşan ilk devasa yıldızların..vb. Her neyin şu anki kainata dönüştüğünü iddia ediyorsanız edin bu başlangıcı açıklamaz. Bu sıfırdan farklı en az iki değişkenin, etkileşime girerek ortaya yeni bir değişken çıkardığını gösterir. Cevap verilmesi gereken, ilk başlangıç: yani X=0, Y=0, Z=0 iken sıfırların bir araya gelmesinden “1” e nasıl ulaşıldığıdır. Biz bu sıfırdan bire geçme durumuna “yaratılma” diyoruz. Ateistlerin ise yaratılmayı inkâr etme durumunda “sonsuzluk” teorisini geliştirmekten başkaca şansınız yok.

Ateizm temelde hiç “0” olmadığını, kâinatta her daim en az “1” olduğunu, maddenin bir başlangıcı olmadığını Kabul etmek zorunda. Fakat diyelim ki, bunu tümden kabul etmek yerine iki görüş doğdu:
-          İki veya daha fazla sıfırdan, yani yokluktan, varlık doğabilir.
-      Maddenin bir başlangıcı yoktur. Sürekli kainat içerisinde evrimleşir ve döngü sonsuza kadar sürecektir.


Bunların hangisi bir “kabul” veya “inanç” değil de; Bilimdir? İkisi de değildir… Kısaca Ateistin bir “Tanrı”yı kabul edesi yoktur; bir papazın ise bir “Tanrı"yı kabul edesi vardır. Mesele bu kadar basittir…

Burada konuya devam etmeden araya ateizm ile ilgili küçük bir mola vermek istedim. Çünkü son dönemde gerçekten de diğerlerine “dogmatik ilkel kabileler” gözüyle bakan, ukala, bilimsel bir yobazlık doğdu. Karşılarında da onları haklı çıkarmak için elinden geleni yapan “ateyizler bunu da açıklasın!” grubuyla olan her yere sıçrayan didişmeleri özellikle dikkatimi çekiyor. Bu arada bu yazıları yazarken tarafsız olduğumu iddia edemem, sonuçta ben bir Müslümanım! Ama elimden geldiğince mantıklı kalmaya gayret ediyorum. Rıdvan Dilmen’in literatürümüze soktuğu “taraftar objektifliğim”i de belirttikten sonra şunu söylemeliyim ki; anlayamadığımız nokta, bu tartışmaların bir anlamının ve sonunun olmadığı…

Son zamanlarda iki alanlarda meydana gelen keşifler, Ateistleri, iddialarında ellerinin güçlendiği fikrine itiyor. Nasıl mı? Özellikle yapılan fosil kazılarında buldukları farklı maymun türleri ve Homo Saphien diye sınıflandırdıkları iki ayağının üzerine yürüyebilen maymun kalıntıları ile evrimi, karşı çıkılamaz bilimsel bir bilgi olarak, ellerinde bayrak gibi sallerken, özellikle Sümer Arkeolojisinin gösterdiği bazı şeyleri, dinin ortaya çıkışı olarak algılayıp, büyük dinlerin kaynağının Sümer Mitolojisi olduğunu iddia ediyorlar. Şimdi kalkıp maymunlarla ilgili ahkâm kesemem, çünkü zerre anladığım bir konu değil. O yüzden kalkıp da kendimce cevaplar vermeye falan çalışmayacağım. Fakat bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi; kardeşim! Siz evrimi itiraz edilemez bir şekilde ispatlasanız bile bu bir yaratıcının olmadığını ortaya koymayacak; bize göre Yaratıcı’nın bizi bu şekilde yaratmış olduğunu ortaya çıkaracak, o kadar! Çünkü asıl verilmesi gereken cevap bir önceki yazımda belirttiğim, yokluktan var olma süreci… “Yaratma” fiilinden bizim bahsettiğimiz şey bu! Yoksa yaratılanda meydana gelen değişiklikler ve evrilmeler “yaratılmış olma olgusu”nu çürütmez!



Zira Sümer Mitolojisi için de durum farklı değil. Varsayalım, öyle bir delil buldunuz ki, peygamberlerin semavi dinleri Sümer Mitolojisinden kopya ettiklerini, su götürmez şekilde ispatladınız. Mesela Hz. Musa’nın “yahu şu Sümer Mitolojisine hayran kaldım. Dur yarın sabahtan tezi yok, buradan yola çıkıp bir din uyduruyum; Oradan yürürüm!” dediği günlüklerinin bulunması gibi… Neyi değiştirir? Sadece peygamberleri yok edersiniz; Yaratıcı fikri sabit kalır. Eğer illaki Yaratıcı figürünü akıllardan kazımaksa maksat, size kötü bir haberim var; dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum ama iki “0”’dan bir tane “1” çıkarmak zorundasınız! İşiniz çok zor… Allah yardımcınız olsun... J

0 yorum:

YAZARIN SON PAYLAŞIMI

Var olmak ve yazmak...

Kırk yaşındaydı. Yıllardan 610, aylardan Ramazan, gecelerden Kadir Gecesiydi. Daha sonradan bin aydan hayırlı olduğu söylenecek gece… ...